19 Mayıs 2016 Perşembe

Küreselleşme ve Değişen Kent Algısı

Kentler tarihsel süreç içerisinde incelendiğinde sürekli bir “DEĞİŞİM” olgusu içerisindedir. Bu değişim fiziksel / mekansal, siyasal, kültürel ve ekonomik boyutlarda gerçekleşmiş, gerçekleşmekte ve gerçekleşecektir. Bu kaçınılmaz bir gerçektir. Çünkü, ne zaman ne de insan yerinde saymakta ve hayata olduğu yerden bakmaktadır. Hepimizin bildiği gibi “değişmeyen tek şey, değişimin ta kendisidir.”

Kentlerde meydana gelen değişimlerin en temel örnekleri, değişen ve gelişen ekonomik kaynakların çeşitlenmesi sonucunda tarım sektörünün etkisini kaybedip zamanla yerini sanayi sektö- rüne bırakarak gelişmesidir. Kaçınılmaz olan sonuç küreselleşmeyi getirmektedir ki şu anda kentlerin değişiminde önemli bir role sahip olan yapılar teknolojinin en yoğun hissedildiği merkezleri oluşturmaktadır.

Küreselleşmenin etkileri kentsel mekanlarda yoğun bir şekilde 1980’lerden sonra hissedilmektedir. Gündelik yaşamdaki ilişkiler ve bunun mekansal boyutu üzerindeki dönüştürücü etkisi göz ardı edilemez boyutlardadır. Son yıllardaki kentin değişimini içinde bulunduğu küreselleşme sürecini tanımlayarak açıklamaya çalışırsak, Küreselleşmeye kendi tarihsel gelişimi içerisinde bakıldığında; eski söylem ile yeni söylem olarak iki farklı şekilde tanımlanmaktadır. Eski söylem bağlamında küreselleşme insanlığa eşit haklar sunma kapasitesine sahip; hayat standartlarını yükseltmeye yönelik bir içerik taşıyordu. Medeniyetlerin gelişmesiyle ortaya çıkabilecek olan ortak fikir birliği (konsensüs) bu söylemin en dikkat çekici tarafıdır. Küresel bir düzen kurma faaliyeti içinde olmanın aslında evrensel bir sistem içinde yer almayı da doğurduğu yadsınamaz bir gerçektir. Devletlerin birbirlerinin sınırlarını koruma garantisi bile verdikleri bir ortam söz konusudur.

Kentler küreselleşmeyle birlikte parçalanmış ve farklılaşmış mekanlar haline dönüşmektedir. Giderek mekanda batılı değerlerin etkisini görmekteyiz. Batı küreselleşmenin iplerini elinde tutarak küreye hakim olma iddiasını taşı- maktadır. Böylece yerkürede mekansal sınırlar aşılmaktadır. Bu bağlamda küresel süreçler yerellikleri de etkilemektedir. Kentsel mekanda heterojenlik söz konusudur. Küreselleşmeyle birlikte artık kentsel mekan tanımlanırken kır-kent çelişkisi üzerinde durulmamaktadır. Diğer bir değişle kentin tanımında kıra ihtiyaç duyulmamaktadır. Çünkü kent çeşitlilikler ve farklılıklar içeren heterojen bir mekan haline gelmiştir.

Mekânın yapısında meydana gelen köklü değişimler, kente ve dolayısıyla mekâna yönelik bakış açılarını tümüyle değiştirmiş ve bu konulara ilişkin çok sayıda görüş ortaya konmuştur. Kapitalist üretim ilişkilerinin merkezi olması nedeniyle kentlerin işlevleri ve toplumsal yaşamdaki yerleri, mekânsal farklılaşmalar ve toplumsal ayrışmalara etkileri üzerinde en çok tartışılan konular olmuştur.
Geçtiğimiz yüzyıl içerisinde, mekânsal tartışmalar, başlangıçta coğrafya disiplini çerçevesinde, sonraları gittikçe tüm sosyal bilimleri kapsayacak şekilde genişlemiştir. Sosyal bilimlere farklı bir soluk getiren Foucault’nun mekâna ilişkin çok önemli yaklaşımları bulunmaktadır.

Foucault, sıkıdüzenin/disiplinin mekânı parçalara ayırdığını ve bunun da 18. yüzyılın sonlarında fabrikalardaki üretim sonucunda meydana geldiğini savunur. Bireylerin belirlenmiş bir alan içerisinde dağılımını organize etmek ve üretimin teknik gerekliliklerini karşılamak isteği, Foucault’nun büyük kapatılma dediği sonucu doğurmuştur ki, bu durum bedensel parçalanmayı da beraberinde getirmiştir (Giddens, 1999: 204). Foucault, iktidar mekanizmalarının mekânı ve toplumu organize etmesiyle ilgili olarak şunları söylemektedir: “Sıkıdüzenler, ‘hücreleri’, ‘yerleri’ ve ‘rütbeleri’ düzenlerken, aynı anda hem mimari, hem işlevsel, hem de sıradüzensel nitelikteki karmaşık mekânları yaratırlar. Değişmez konumları sağlayan ve dolayıma olanak veren şey, mekânlardır; bunlar bireysel parçaları biçimlendirip işlevsel bağlantılar oluştururlar; yerleri belirleyip değerleri gösterirler; bireylerin boyun eğmelerini, aynı zamanda daha iyi bir zaman ve beden devinimlerinde ekonomiyi de güvence altına alırlar.” (Akt.: Giddens, 1999: 205-6)

Foucault’ya göre, içinde yaşadığımız, bizi kendi dışımıza çeken, özellikle yaşamımızın, zamanımızın ve tarihimizin erozyona uğradığı, bizi kemiren ve aşındıran mekân, heterojendir. Sıra dışı bir görünümde olan bu mekânlar, ütopya ve heterotopya mekânlarıdır. Ütopyalar gerçek yeri olmayan mevkilerdir. Bunlar, toplumun gerçek mekânıyla doğrudan ya da tersine dönmüş genel bir analoji ilişkisi sürdüren mevkilerdir (Foucault, 2005: 295). Heterotopyalar ise, her kültürde yer alan ancak sıradan mekânlarda 853 gerçekleştirilmeyen işlevlerin, sosyalliklerin mekânıdır (Aslanoğlu, 1998: 216). Foucault, bunu ayna metaforuyla açıklar. Aynada kendimizi olmadığımız bir yerde, gerçekdışı bir mekânda görürüz, kendimizi orda gördüğümüzden, bulunduğumuz yerde olmadığımızı da aynadan yola çıkarak keşfederiz. Sonuçta ayna, aynaya baktığımız anda işgal ettiğimiz bu yeri hem gerçek hem de gerçek dışı kılar (Foucault, 2005: 295-6). Heterotopyada belli şeyler ve sözcükler görürüz, ama onlardan alıştığımız anlamları çıkaramayız; daha doğrusu, bu şeylerin neden orada olduğunu ve bunlara neden bu adların verildiğini anlayamayız (Nalçaoğlu, 2002: 126).
























Çağımızın önemli sosyal bilimcilerinden bir diğeri olan Lefebvre ise ilkel, feodal, merkantilist ya da modern kapitalist bütün sistemlerin işlevlerini en iyi şekilde sürdürebilmeleri için mekâna ihtiyaç duyduğunu ve mekânların da bu sistemlerin ihtiyaçları doğrultusunda sürekli olarak yeniden üretildiğini savunur 854 (Lefebvre, 1991: 53-9). O, mekânın sadece bir ürün değil, aynı zamanda üretilen ürünleri de sistematik olarak içerdiğini ifade etmektedir (Lefebvre, 1991: 73). Lefebvre, modern kapitalist sistemin üretim döngüsünün üretilen mal ve hizmetler kadar önemli bir unsurunun mekânlar olduğunu ve bunun da ancak bir süreç dâhilinde ortaya çıktığını dile getirir. Lefebvre, mekânın her ne kadar doğal ve tarihsel faktörler tarafından şekillendirilmiş ise de, sürecin esas olarak politik olduğunu ve dolayısıyla ideolojilerle dolu bir ürün olduğunun altını çizer (Soja, 1989: 80). Mekânın belirli bir mantık içerisinde, bilgi ve teknolojinin de yardımıyla, bir sistem kurulmasına yaradığını ve hegemonyanın da bundan yararlandığını ifade eden Lefebvre’e göre, hegemonya, mekânı şekillendirir ve hegemonyanın mekân kuruluşları da iktidar ilişkilerini yeniden üretir (Schick, 2001: 39). Sosyo-politik çelişkiler, mekânsal olarak yansır. Mekânsal çelişkiler de, sosyo-politik güçlerin arasındaki çatışmaların açıklayıcısıdır (Lefebvre, 1991: 365). Lefebvre’e göre, mekân ve mekânın politik organizasyonu, toplumsal ilişkileri açıklar ancak, bu etki çift yönlüdür (akt. Soja, 1989: 81). Her toplumsal mekân, teorik-pratik, önemli-önemsiz, denenmiş-denenmemiş birçok akımın ve sürecin çok yönlü bir sonucudur. Kısacası her mekânın bir tarihi ve özgül bir doğası vardır (Lefebvre, 1991: 110).

Kapitalist üretim ilişki ve biçimlerinin neler olduğu, mekân ile onu üreten süreçler arasındaki ilişkiler ve bu güçlerin mekânı nasıl dönüştürdüğü temel sorunsallardan birisidir. Kapitalist üretim biçimi, ana üretim araçlarında olduğu gibi, mekânı da kârlılığı maksimize edecek bir araç olarak görür ve değişen koşullar karşısında sürekli revize eder (Yırtıcı, 2005: 11). Kent sorunu ile ilgili çalışmalarıyla tanınan Castells, Lefebvre’in kentlerin ideolojik yapılar olduğu şeklindeki görüşünü eleştirmiş; modern kapitalist ilişkilerin mekânsal düzeninin, siyasal süreçler değil, daha çok ekonomik süreçlerin sonucunda çıktığını savunmuştur (Gottdiener, 2001: 250). Castells’in çalışmalarında, geç modernitenin gelişmenin enformatik yönüyle belirginlik kazandığı, yerlerin mekânlara dönüştüğü ve mekânların küresel bilgi ve finans ağlarındaki hızlandırıcı etkisiyle yereli ve onun kültürel boyutunu tahrip edici bir boyuta ulaştığı vurgulanmaktadır (Smith, 2001: 104). Castells’e göre, kentler, iş gücünün yeniden üretiminin mekânsal birimidir. Kentsel mekânlar, doğrudan üretim süreçlerinden ziyade, iş gücünün basit ve genişletilmiş yeniden üretimine dayanılarak açıklanmalıdır (Gottdiener, 2001: 151-3).

Sonuç olarak, Değişen zamansal, toplumsal koşullara bağlı olarak anlamlandırılan ve yeniden şekillendirilen mekân, yaşamımızda önemli bir boyut olmaya devam 860 edecektir. Gerçek ya da sanal, korku ya da umut olsun, mekânlar yaşam standartlarımızı, değerlerimizi, iç dünyamızı ve bilinçaltımızı, kültürümüzü ve dış dünya ile etkileşimimizi sürekli etkileyen bir unsur olarak hep var olacaktır. Geri döndürülemez bir olgu olan küreselleşme, toplumsal yaşamı, bilgiden tüketim alışkanlıklarına kadar, gittikçe daralan alanlara sıkıştırmakta ve anlam metamorfizması devam etmektedir. Gelişen bilgi teknikleri, kayıt sistemleri ve gözetim mekanizmaları ile mahremiyet ortadan kaldırılmış ve modern panoptikonlar yaratılmıştır. Bütün bunlara rağmen, gitgide küçülse bile, mekân parçaları üzerinde yaşama mücadeleleri sürecek, mekân hem fiziksel olarak, hem de anlamsal olarak değiştirilmeye ve dönüştürülmeye devam edilecektir.

Kaynaklar:

Değişen Kent ve Anladıklarımız, Burcu AKINCI, Ayşe YIKICI, Eda YİĞİT
KÜRESELLEŞME ÇAĞINDA DEĞİŞEN MEKÂN ALGILAYIŞLARI YILDIZ, Mehmet Zeydin-ALAEDDİNOĞLU, Faruk TÜRKİYE
Aslanoğlu, R. A., (1998), Kent, Kimlik ve Küreselleşme, Bursa: Asa Kitabevi. Ayman, Z., (2006),“Bellek Mekânı Olarak Sınır ve Ötekilik: Kars Şehri”, Toplum ve Bilim, 107, 145-189. Bauman, Z., (2006), Küreselleşme, (Çeviren: A. Yılmaz), İstanbul: Ayrıntı Yayınları. Berman, M., (2003), Katı Olan Her Şey Buharlaşıyor, (Çeviren: M. Küçük), İstanbul: İletişim Yayınları. Bookchin, M., (1999), Kentsiz Kentleşme, (Çeviren: B. Özyalçın), İstanbul: Ayrıntı Yayınları. Cevizci, A., (1997), Felsefe Sözlüğü, İstanbul: Ekin Yayınları. Curcani, (1884), Et-Tarifat, İstanbul: Mısır Matbaası. Çubuklu, Y., (2000), “Mekânların Ölümü”, Varlık, 1113, 63-64. Demirkaya, H., (1999), Mekân Kavramının Tarihsel Süreç İçinde İncelenmesi ve Günümüzde Mekân Anlayışı (Yıldız Teknik Üniv. Fen Bil. Enst. Yüksek Lisans Tezi), İstanbul. Foucault, M., (2000), Hapishanenin Doğuşu, (Çeviren: M. A. Kılıçbay), Ankara: İmge Kitabevi

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder