20 Mart 2016 Pazar

Archigram’ın Ütopyası




Ütopya, olmayan yer ya da ideal yer ya da ideal yerin olmayışıdır. Fransız Devrimi’nin özgürlük, eşitlik ve kardeşlik söylemi ardından komünizm, insanlara eşit yaşamın mümkün olabileceği umudunu aşılamıştır. Ne yazık ki , Sovyet Rusya’nın çöküşü, Hitler Almanya’sının varlığı gibi gerçekler, umutları yok eder. Bu nedenle, ütopyalar ve distopyalar birbirine dönüşerek varlıklarını sürdürmektedir. Daha çok yazınsal olduğunda, ütopyaların gücünden bahsetmek mümkün gibidir. Kağıda döküldüğü anda sanki gerçekleşme potansiyelini yok etmektedir. Mimarlıkta, ütopyaların temsil edilişi belki de bu yüzden hareket, hız -Archigram – organik büyüme -metabolizma- gibi sonsuzluk çağrıştıran kavramlar üzerine kuruludur.

Archigram’ın “ütopya”sı en genel anlamıyla teknoloji ve tüketim kültürü kavramlarıyla şekilleniyor. Bu ütopyada en genel anlamıyla mobilite, daha dar kullanımıyla göçebelik özgürlük kavramıyla neredeyse özdeşleştiriliyor ve İtalyan fütüristlerini hatırlatacak bir şekilde devinim kutsanıyor. Bu çerçevede işlevselliğine göre takılıp çıkarılan apartmanlar ve kuleler, yürüme bantları, hareket eden şehirler, vinçler yardımıyla sökülüp taşınan prefabrik “kutu” evler bu göçebeliğin ve dolayısıyla “özgürlüğün” şekilsel öğeleri olarak betimleniyor. Böyle bir mimari evren tarafından çevrelenmiş bulunan bireyler ise tüketime endeksli bir yaşamın getirdiği mutluluktan nasiplerini alıyorlar. “Archigramya”nın sakinleri genellikle pişmiş kelle gibi sırıtıyorlar, özgürlüğün tadını çıkarıyorlar.
Archigram’ın ütopyası  içinde çeşitli çelişkiler ve kırılma noktaları barındırmaktadır. Archigram’ın bu kırılma noktalarını açığa çıkartmak, onun rahatsız edici optimizminin altındaki karanlığı görmemizde fayda sağlayacaktır.




Archigram’daki ilk kırılma noktası onun “geleneksel” mimariye karşı çıkışında saklıdır. Archigram özellikle Bauhaus’un bütün mimari öğeleri işlevsel bir yerden kurgulayan, sade ve hatta soğuk tavrına karşı işlevselliğin bir elzem olmadığını imlercesine gerçekleşmeyecek, gerçekleşemeyecek, sadece kağıt üzerinde kalacak tasarımlar üretmiştir. Fakat bu tasarımların içerisinde Bauhaus’u aratmayacak kadar formel, işlevsel yapılar gözlemlenmektedir. İşlevselliği uç boyutlara taşıyan “plug in” kulelerin ve sökülüp takılan kabinlerin abartılı bir işlevsellik barındırdıkları gözden kaçırılmamalıdır. İşlevselciliğe ve kökenlerini basit geometrik şekillere dayandıran mimari form anlayışına karşı verilen bir savaşın daha da abartılı bir işlevselcilik ve yapıtaşlarını benzer bir form anlayışına dayandıran bir simülasyon üzerinden verilmesi içsel olarak çelişkilidir. Böyle bir mevzileniş moderni yıkmak şöyle bir dursun onu sadece beslemeye yarayacaktır.

İkinci kırılma noktası devingenlik ve mobilite kavramlarının özgürlükle bağlantılandırılması konusunda açığa çıkmaktadır. Yapılarda herşey ve herkes sürekli hareket halindedir. Modern yaşamın gerektirdiği devinime uygun olacak şekilde şehirler bile hareket etmektedir. Yapının bu hareketliliği bireyin de mobil ve “dolayısıyla” özgür olduğu izlenimini vermektedir. Ama bu durum modern toplumdakine benzer bir şekilde sadece bir simulasyondur. Şehrin hareket ediyor olması sizin de hareket ettiğiniz anlamına gelmez. İşyeriniz, konutunuz, toplumsal ihtiyaçlarınızı karşıladığınız çeşitli mekanlar aynı şehir-evrenin içerisinde bulunduğu sürece şehrin hareketi ütopyanın bireyleri için bir şey ifade etmemektedir. Ayrıca konutların hepsinin standart dikdörtgen prizmalar şeklinde kurgulanmış olduğu göz önünde bulundurulduğunda konutun vinçle nerede konumlandırılmış olduğu bir şey ifade etmeyecektir. Konut her daim aynıdır. Üstelik ulaşım ağının da gelişmişliği de göz önünde bulundurulduğunda konutun nerde olduğunun anlamı yoktur. Fiziki olarak yer değiştirse de ütopyanın konutu psikolojik olarak tekdüze ve sabit olacaktır.



Aynı şekilde bir kırılma noktasına da tüketim kültürünün Archigram tarafından algılanışı üzerinden ulaşmamız mümkündür. Tüketimin başlı başına bir kültür haline gelmesi tarihsel bir olgudur ve dolayısıyla kapitalizmle alakalıdır. Archigram ütopyasının tüketim kültürünü sahiplenen tavrı onun kapitalizmi de sahiplendiği çıkarsamasını yapmamıza olanak tanımaktadır. Bu bağlamda ütopyadaki tehlikeyi en güzel şekilde gözler önüne serecek olan kanıt belki de tüketen ve bu çerçevede mutlu olan insanların tek tip, hücreye benzer evlere tıkılmış olmasıdır. Bu garip totaliter tutum, ütopyanın bütün makyajının silinmesine yol açmaktadır. İnsanlar her türlü markadan tüketim nesnelerini çılgınca tüketme lüksüne sahiptirler, ama garip bir şekilde evlerinin şeklini seçememektedirler. Peki evlerin şeklini kim seçmektedir? Kapitalist bir toplum özü gereği sınıflı bir toplum değil midir? Öyleyse ütopyada sınıflar nasıl şekillenmiştir? Patronlar var mıdır? Onlar da aynı tip evlerde mi kalmaktadır? Eğer patron diye bir şey yoksa “meta” ne aramaktadır? Şehirlerin nereye gideceğine kim karar vermektedir?

Tüketim kültürüyle tek tip evler arasındaki çelişki irdelendiğinde yürüyen şehirlerin aslında birer karınca çiftliği, mobil bir toplama ve çalışma kampı olarak değerlendirilebileceği görülecektir. Yaldızı kazıyınca ortaya totaliter bir disütopya çıkmaktadır. Ütopyanın bireyi mobil olduğunu zanneden ama aslında hareket edemeyen, tüketerek farklılaştığını zanneden ama öz itibariyle aynılaştırılmış, seçimleri sadece o markayı değil de bu markayı veya merkez sağı değil de merkez solu seçmeye indirgenmiş bulunan; sürekli gözetlenen, kontrol edilen bir bireydir. Bu bağlamda o birey benzer düşünsel hücrelere hapsedilmiş günümüz bireyidir.

Archigram’ın tüketimi yücelten ütopyasının mutlu insanları Requem For a Dream’deki anne karakterini anımsatmaktadırlar. Suratlarındaki abartılı mutluluk ifadeleri sayesinde “ütopya”nın kendisini bugünle bağlantılandırarak eleştirel bir yerden okuyabilmemiz mümkündür. Ne mutlu ki Archigram “ütopya”sının üzerindeki yaldızın abartılı olması onun kazınmasını kolaylaştırmaktadır.




Kaplan, Neşe ve Ünal, Gülin. “Bilim Kurgu Sinemasını Okumak” Der Yayınevi, İstanbul, 2011, 46
Kumar, Krishan, Utopia and Anti-Utopia in Modern Times, Utopia and Anti-Utopia in the Twentieth Century, (1987) Oxford: Basil Blackwell, s.259
http://www.kollektifangst.com/archigram-utopya-mi-disutopya-mi/
https://tr.pinterest.com/search/pins/?q=archigram&rs=typed&0=archigram%7Ctyped

İstanbul 2065


İtalian architect and designer Gabriele Boretti  prepared  presentations  in  Venice Biennale.Future versions of İstanbul were exhibited with postcard style.
With this images, Boretti wanted to give signals for us to take a preacuation for future İstanbul.

Public Terraces



New Symbols
New Eden


Energy

Urban Raft


Shelter


A New Level


Doors


Protection


Reconstruction


Density


After


Cut


Inversion


New Power


13 Mart 2016 Pazar

Evlerdeki Endüstriyel Devrim: LOFT


Özellikle 1970’li yıllarından ortalarından itibaren, kentlerin sosyal, ekonomik, ekolojik ve morfolojik anlamda sürdürülebilirliğinin sağlanması, kentler arası global rekabetin canlı tutulması adına, özellikle ABD, Avrupa ve İngiltere’deki birçok büyük kıyı ya da endüstriyel kent yönetimi, terk edilen ve işlevsiz bırakılmış eski liman bölgeleri ve küçük ölçekli endüstri alanlarını, birer endüstriyel arkeolojik miras ve yeni bir fiziksel çevre ya da yapı stoğu olarak değerlendirmeye, söz konusu bölgeleri kentsel ve mimari ölçekte dönüştürmeye, bölgeyi kente entegre etmeye, bilhassa yeni konut rezervleri oluşturmaya ve kentin bu yolla sürdürülebilir gelişiminin yeniden önünü açmaya odaklı planlama kararları almaktadırlar. Bu anlamda, 19. yüzyılın sonları ve 20. yüzyılın baş- larında, ticari faaliyetlerin yoğun olduğu kentlerin liman bölgelerinde konumlandırılmış, kentin dışına doğ- ru endüstriyel göçler sonucu ekonomik değer kaybına uğramış, boşalmış, işlevsizleşmiş, tek alanda bölüntü- süz serbest plan, yüksek tavan, geniş pencereler, çıplak strüktüre sahip atölye, depo ve endüstriyel amaçlı diğer yapılar, politik ve idari kent yönetimi konut politikaları kapsamında barınma alanları olarak yeniden değerlendirilmek üzere gündeme alınmıştır. Söz konusu endüstriyel yapı stoku, çeşitli sosyoekonomik ve kültürel nedenlerle öncelikle, çalışma ve barınma amaçlı yer ihtiyacında olan düşük kazançlı sanatçıları özellikle 1950’li ve 1960’lı yıllarda kendisine çekmeye başlamıştır.1 Sanatçılar, siyasi, beşeri, kentsel üst yönetim oluşumlarının aldığı ve uyguladığı organize kentsel dönüşüm karar ve ilkelerinden bağımsız ve hatta bazen de illegal olarak, küçük işletmelerin bölgeyi terkiyle birlikte, orta alt sınıf iş sahipleri ve onların işgücünün yerini almışlardır. Böylelikle, atıl kalmış depo ve fabrika alanları yeni kullanıcıları (sanatçı sakinler) ile birlikte konut kimliği edinmişlerdir. Sanatçıların, üst ölçekli plan karar ve uygulamalarından bağımsız, örgütsüz ve spontan biçimde endüstriyel yapılarına, kendi ihtiyaçları doğrultusunda konut ve atölye kimliği yükleyerek dönüştürmeleri, bu makalenin de konusunu oluşturan loft mekan kavramının temelini oluşturmuştur . Loft, kelime anlamı olarak, eskiden, üst kat, beşik çatı altında kalan alan en üst katın tavanının duvarlarla çevrili taşıyıcıları, temelde depolama amaçlı kullanılan tavan arası şeklinde tanımlanmıştır. Teknik Terimler Sözlüğü’nde loft kavramı “tavan arası, dam altı; samanlık, güvercinlik; kilise balkonu” şeklinde karşılık bulmuştur. En yaygın kullanımı, çok katlı depo ve endüstriyel yapıların her katındaki büyük ve genellikle açık alanlara verilen ad olarak tanımlanmaktadır.




Günümüzde loft kavramını; fabrika, depo, üretim atölyeleri gibi endüstriyel hizmete yönelik tasarlanmış alanların, barınma ve çalışma alanına dönüşümü olarak tanımlamak mümkündür. Sharon Zukin’e göre loft yapılar, genellikle beş ile on kat ve 150-900 m2 arasında değişen alanlara sahip, klasik mimari detay ve yüksek tavanlı iç mekan özellikleri itibariyle 19. Yüzyıl sonu geç İtalyan Rönesans’ı konut özelliklerini yansıtan barınma mekanlarıdır. 1950’li yıllarda ilk olarak ortaya çıkan loft kavramı 1970’lerde orta gelir grubuna ve diğer potansiyel yerleşimcilere zamanla hitap etmiş ve daha geniş kitlelerin ilgisini çekmiştir. Söz konusu kavram ve uygulamaları, aynı zamanda örneğin Londra’nın işçi mahallelerindeki işçi hanelerinin orta ve üst sınıf tarafından satın alındığı ve şık, lüks yüksek düzeyli konfor barındı- ran konutlara, dolayısıyla bölgenin sosyal karakterinin de değiştirildiği, bir bakıma genel anlamda eski, köhnemiş kent merkezinin yatırım için cazip hale getirildiği ve 1964 yılı itibariyle “gentrification” – soylulaştırma paradigması2 ile açıklanan, önemli bir kentsel dönüşüm hareketinin parçasını teşkil etmektedir. Kent merkezlerinde konumlandırılmış, değişen ekonomik, ticari dinamikler bağlamında değer kaybeden üretim bölgeleri içindeki erken endüstriyel dönem işçi konutları ve dönemin ağı sanayi sektörüne ait, işlevsiz kalmış depo ve fabrika alanları, özellikle su kentlerinin liman bölgelerinde yer alan küçük üretim atölyeleri ve depo olarak inşa edilmiş endüstriyel yapılar, liman işletmeleri, 20. yüzyılın ortalarından itibaren, bir takım sosyoekonomik nedenlerle barınacak, çalışacak ve yaşayacak yer ihtiyacında olan, ucuz ve fonksiyonel yaşam alanı arayan düşük kazançlı sanatçılar, toplumun sosyal, ekonomik ve kültürel anlamda ötekiler tarafından, konut sorununa alternatif bir çözüm olarak yeniden değerlendirilmiştir. 





Endüstriyel mirasın, depo ve fabrikaların, liman işletmeleri tesislerinin konut yaşam alanına dönüştürülmesine, dolayısıyla, loft konut tipinin ilk örneklerine, küçük endüstriyel üretimin yoğun bir şekilde görüldüğü Hudson ve East nehirleri arasında bir liman bölgesi olarak çalışan ve küçük endüstriyel faaliyetlerin yaşandığı New York kentinin, Manhattan - Soho bölgesinde rastlanmıştır. 19. yüzyıl itibariyle Kanal Caddesi, Broadway, Howard, Crosby, Doğu ve Batı Houston ve Batı Broadway ile sınırlandırılmış, deniz ticareti ve imalat sanayi için alan temin eden depo inşaatlarına tanıklık etmiş, Soho Tarihi Liman Bölgesi mimari anlamda, New York’un en birleşmiş bölgesidir ve dünyanın bugüne kadarki en büyük dökme demir karkas yapıları da buradaydı.4 Genellikle beş, altı kat yüksekliğinde, içeriye yeterli ışık girmesini sağlayan geniş pencereli depo binaları, karakteristik tuğla cephelere, çatı ışıklıklarına ve endüstriyel yapıların mimari özelliklerinin bir sonucu olarak bölüntüsüz serbest planlı yüksek tavanlı geniş açıklıklı “tek mekan” alanlara sahip idi. Tavanlar 3.6-4.6 metre yüksekliğinde ve tonoz biçimli kemerlerle (daha ufak binalarda) ya da kolonlarla desteklenmiştir. Modern binalarda kullanılan inşaat malzemesinin aksine, bu yapılarda kullanılan malzemeler daha sağlam (tuğla ve demir) ve daha değerli (zemin genelde meşe ve pencere pervazları bakır) öğelerden oluşmaktadır.5 1960’ların başında, depo ve fabrika alanlarında ‘yaşama’ hareketi New York’un Soho bölgesinde ortaya çıkmıştır. Geniş alan ve düşük fiyat avantajından faydalanmak isteyen düşük gelirli sanatçılar bir önceki sahiplerinin değişen ekonomik altyapı nedeniyle terk etmek zorunda kaldıkları bu mekânlara yerleşmiş, Soho bölgesi, bu eski depo ve atölye binalarına yerleşen yeni sakinleriyle birlikte Manhattan’ın çehresini değiştirmeye başlamış- tır. Bu yeni ‘sanatçı sakinler’ Soho’daki ‘soylulaştırma’ sürecini başlatmışlardır. Soho’nun sanatçılara cazip gelen yönü, geçici, çok amaçlı kullanıma yönelik büyük alanlar sunan yapıların düşük kiralara sahip oluşudur. Sanatçıların depo ve atölye alanlarını ideal bulmaları- nın bir diğer nedeni de binaların mevcut yapısının sanatçıların ihtiyaç duyduğu her şeyi sunma özelliğidir. Bu özellikler, yaşayacak, çalışacak ve işlerini sergileyecek, bol miktarda engelsiz geniş alan ve doğal ışıktır. Yapısal dayanıklılık kapasitesi ve standart olarak üç buçuk metre yüksekliğindeki tavanlar sanatçıların büyük sanat eserleri yaratabilmesine olanak tanıyor ve ayrıca büyük ölçekli deneyleri mümkün kılıyordu. Depoda yaşamak kiracıya tamamen bireysel bir alan imkânı sağlamış ve bu alanlarda bir evin neye benzemesi gerektiği konusunda daha önceden belirlenmiş bir tarz ya da bütünlüğe dair sosyal bir fikir ortaya konmamıştır. Ancak genel anlamda, iç mekanlarda çok fazla mobilya olmamasının ya da rahat yaşama konusuna çok fazla aldırış edilmemesinin bir nedeni de bu gizlilik ihtiyacı olmuştur. Kullanılan alanlarda sadece çalışmak ve uyumak için gerekli olan şeyler yer almıştır. Dolayısıyla bu binalarda geçici bir hava hâkimdir. Yapı, sabit duvarların ya da bölmelerin olmadığı açık bir alan ve serbest plan anlayışına sahip olduğu için, sürekli değişebilme kapasitesine sahip olmuştur. Endüstriyel mimari kimliğin büyük ölçüde korunduğu bu “loft” alanlarını tanımlayan tek şey, kullanım fonksiyonudur. Loft mekanlarda serbest plan anlayışı Soho’da depo ve atölye alanlarının yeniden kullanı- mı aynı zamanda insanları kente geri getirerek kentin yenilenmesinde dahili bir rol oynamıştır. Sanatçılar bu anlamda yeni bir trend oluşturarak endüstriyel loft mekanda yaşamanın “modaya uygun ve havalı” bir şey olarak nitelendirilmesine yardım etmişler ve bu yaşam tarzına özenen başka kişiler de kısa süre sonra onların peşinden gitmişlerdir.6 Orta sınıf, terk edilmiş ancak yavaş yavaş mahalleye dönüşmeye başlayan bu yerlerde ekonomik ve kültürel bir değer olduğunu fark edip, depolara yatırım yapmanın ekonomik anlamda stratejik bir yaklaşım olduğunu anlayınca değer kazanma süreci de başlamıştır. Terk edilmiş bölgeler öncü sanatçıların girişimi ve yaratıcılığı sayesinde yeniden dirilmiş fakat bölge zenginleşince, sanatçılar kaçınılmaz olarak orayı terk eden ilk kişiler olmuşlardır. Depo ve atölyelerin konut ve yaşam alanı haline gelmesiyle birlikte soylulaş- tırmanın asıl mağdurları, orta-alt sınıf olan iş sahipleri ve onların işgücü olmuştur. 1970’den önce buradaki loftlara taşınan ilk jenerasyon sanatçı, zanaatkar, oyuncu, fotoğrafçı ve marangozlar da zaman içinde kendilerinden önceki yerleşikler gibi soylulaştırma süreciyle beraber bölgeyi terk etmek zorunda kalmışlardır. Ekonomik değeri ciddi şekilde artan ve bina fiyatları iyice yükselen Soho, şehir içinde yaşamak isteyen ve fiyatı artan depoların kirasını karşılayabilecek güce sahip yeni bir kullanıcı tipi ile tanışmıştır.7 Ekonomik güce sahip genç profesyonellerden oluşan yeni orta sınıf, bölgedeki fiyat artışına uyum sağlayamayan sanatçıların yerlerini almaya başlamıştır. Bu yaşam biçiminin çekici taraflarından biri şehir merkezine, iş yerine ve sosyal tesislere yakın konumlanışıdır. Bu da bölgeye daha çok insanın, kurumun ve paranın gelmesi ve sanatçıların, kaçınılmaz olarak, gitmesi ile neticelenmiştir. Sharon Zukin, yerinden edilme durumunu, evrimsel bir süreç olarak izah etmiştir.8 Bir zamanlar kabul edilemez bir yaşam biçimi olarak görülen trend, modaya uygun ve aranılan bir şeye dönüşmüştür. Artık yeni bir sınıf depo ve atölyede ya- şama biçimini benimsemiştir. Orta sınıf ya da burjuva kesimi, iyi eğitimli ve varlıklı profesyoneller sanat dünyasının genel ambiyansına ve parıltısına kapılmışlardır. Emlakçılar büyük depoları kooperatif satışına ya da lüks kiralık yerlere dönüştürmek için yatırım yapmak üzere bölgeye akın edince, yeni moda bir kent yaşam tarzı da oluşmuş olmuştur. Sonuç olarak binalar ufalmış, hem kiralar hem kooperatif fiyatları metrekare başına artmıştır. Bu binalara yerleşen yeni nesli Hamnett9 ‘‘metropol kökenli, son derece havalı, yirmili ya da otuzlu yaşlarında, muhtemelen kültürel ya da yaratıcı iş kollarında çalışıyor ve depoda yaşamayı, mimarisi, sağladığı alan, şehir içindeki konumu ve kentsel yaşam tarzından ötürü seviyor’’ şeklinde tanımlamıştır. Dolayısıyla, özellikle Soho bölgesinde, loft tipi konut mekanına özgün ve marjinal biçimde ilham veren, depo ve atölye yaşantısının evcilleştirilmesi dolayısıyla loft kavramının evrim sürecinde yüksek eğitim ve ekonomik profilli kent kökenli burjuvanın rolü 1970’lerden itibaren göz ardı edilemez bir boyuta gelmiştir.10 Medyanın görünür kıldığı loft tipi barınma biçimleri planlamacıların ve politikacıların da gelişimini desteklemesi sonucu sıra dışı bohem hayatın simgesi olmaktan çıkmış popüler bir kent konutu kültürüne dönüşmüştür.11 New York Soho’da yaşanan başkalaşım süreci İngiltere’nin özellikle liman kentleri olan Londra, Liverpool ve Manchester’da da benzer kronolojide gelişim göstermiştir. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra İngiltere ağır sanayi yatırım politikalarında değişikliklere gitmiş, liman organizasyonlarını yenilemiş ve kentlerden ağır sanayi ve liman organizasyonlarını merkezden ötelemiştir. Bu süreç içerisinde örneğin Londra yarım milyon fabrika işçisini kaybetmiştir. 1950 ile 1981 yılları arasında limanlarda çalışan işçi nüfusu 30.000’den 2000’e kadar gerilemiştir. Söz konusu değişim sonucunda kent içinde işlevsiz kalmış, köhneleşmiş liman ve ağır sanayi tesisleri, düşük gelirli sanatçı ve toplumun bohem kesiminin barınma ve küçük ölçekli, kişisel üretim alanlarına dönüştürülmüştür. Geniş alan ve düşük fiyat avantajından faydalanmak isteyen düşük gelirli sanatçılar, daha sonrasında bu mekanları, beyaz yakalı orta ve yüksek sınıf burjuva kesimine devretmek zorunda kalmış, söz konusu loft mekanlar önceden tasarlanmış, mekansal kurgusuna, yapısal özelliklerine müdahale edilmiş, bu özellikleri genişletilmiş, yüksek bedelli konut mekanlarına evrilmişlerdir. 

Yapısal olarak dört temel dört temel endüstriyel karakteristik öğeyi (yüksek tavan, serbest plan, çıplak strüktür ve geniş pencereler) bir arada barındıran loft konutlarda, donatı elemanlarının işlevsel olarak gruplandırılması ve yerleştirilmesi suretiyle mekân ve mekânlar arası geçişler ve farklı işlevlerin görsel olarak birbirinden ayrılması sağlanmaktadır. Loft mekanlarda oturma, yatma, çalışma, mutfak ve banyo alanları tek bir mekân içinde yer almaktadır. Banyo ve hizmet alanları özel alan olmaları nedeniyle bölücü elemanlarla mekândan ayrı tutulmakta, fakat mutfak yaşama mekânının bir öğesi olarak ele alınmaktadır. Loft yapılar genellikle 150 ile 900 metrekare arasında değişen alanlara sahiptir ve tavan yükseklikleri 3,5 - 5 metre kadardır.12 Bu bağlamda loftlar büyük sanat yapıtlarını sergilemek, endüstriyel soba ve buzdolaplarını kullanmak, yenilik yaratmak veya dekor deneyimleri yapmak isteyen kullanıcılar için uygun ölçütlere ve mekânsal özelliklere sahiptir.13 Genellikle ahşap ve çelik karkas kagir konstrüksiyon loft yapılar içerisinde genellikle açıkta bulunan ya da bırakılmış taşıyıcı sistem, kolon ve kirişler, ayrıca havalandırma ve tesisat boruları, mekanın dönüşüm öncesi endüstriyel geçmişinden izleri içerir. Tasarlanmış loft mekânların özgün özelliği olan bu görünüş ‘çıplak strüktür’ olarak ifade edilmektedir.Yine loft mekânların üretim geçmişinden ileri gelen ‘geniş pencereleri’, güneş ışığının içeri girmesini kolaylaştı- rarak iç mekânın aydınlık olmasını sağlamaktadır. Günümüzde loft yapılar oluşum, kullanım ve yapı- sal özellikleri ya da ölçütleri bakımından birbirlerinden farklılaşmaktadırlar. Kullanım ölçütleri bakımından tipolojik bir irdeleme yapıldığında, fonksiyonunu yitirmiş imalathane, fabrika, depo yani kullanılmayan üretim ve endüstri yapılarından dönüştürülerek işlevlendirilen birinci grup loftlar ve günümüzde kullanıcı istek ve talepleri doğrultusunda loft mimari ölçütleri taklit edilerek tasarlanan ikinci grup loftlar olarak iki ayrı bölümde incelenebilir. Bu bağlamda, özellikle ABD, İngiltere ve Almanya gibi ülkelerde yer alan loft konut örnekleri, hacimsel, yapısal, iç mekân özellikleri, mekân ölçütleri ve mekânsal örgütlenme şekli; mobilya ve donatı elemanları, varyatif plan organizasyonları açısından tipolojik bir değerlendirmeye tabi tutulabilir. Oluşum özellikleri bakımından irdelendiğinde, ‘doğal loft’,‘gerçek loft’ ve ‘ara loft’ olarak adlandırılan loftlar, ‘endüstri yapılarından dönüştürülerek yeniden işlevlendirilen birinci grup loft konutları olarak nitelendirilebilir.14 Doğal loft konut anlayışı, söz konusu endüstriyel yapıların ilk kullanıcıları olan düşük gelirli sanatçılar tarafından, endüstriyel ve ticari işlevlerinin sonlanması ile, bir süre serbest plan anlayışı dâhilinde yaşama ve çalışma alanı olarak değerlendirilmesi ile oluşmuştur. Doğal loftlar, büyük mekânsal hacim ve yüksek tavanlara sahiptir. Bölüntüsüz tek alanda, yapı strüktürü açıkta bırakılmış ve geniş pencereler kullanılmıştır. Doğal loft mekanlar, maddi yetersizlik ya da yasal kısıtlamalardan dolayı onarım ve yenileme görmemiş ve konutsal yaşam koşulları için gerekli konforu yeterince sağlayamayan ortamlardır. Gerçek loft olarak adlandırılan mekanlar, çağdaş kent konut kültürü bağlamında barınma konforunun esas alınarak örgütlendiği, serbest plan anlayışının hakim olduğu, panel, sabit ya da hareketli bölücü eleman ve konut mobilyaları ile ıslak ve kuru hacimlerin birbirinden organize bir şekilde ayrıldığı sü- reklilik içeren mekanlardır. Barselona’da Flex House ve deri atölyesinin dönüşümü sonrası Brüksel’de Sources in Light loft konutları her iki loft grubunun özellikli örnekleri olarak düşünülebilir.Birinci grubun son örneği olan ara loft konutları, gerçek loftlar gibi dönüştürülmüş endüstriyel binalarda konumlandırılmışlardır. Temelde doğal loftun düzenlenmesiyle dönüştürülmüş mekânlardır, fakat buradaki endüstriyel karakter ve doku büyük ölçüde yok edilmiştir. Ara loftlarda, loft mekânların dört temel endüstriyel karakteristik öğesi olan ‘yüksek tavan, serbest plan ve geniş pencereler’ vurgulanmış, fakat loft mekânın endüstriyel karakterine gönderme yapan ‘çıplak strüktürün’ göz ardı edilebilmesiyle endüstriyel mekan anlayışı zedelenmiş ya da büyük ölçüde yok edilmiştir.15 Kullanıcı tercih ve ihtiyaçları, mekânın fonksiyonu doğrultusunda şekillenen gerçek loftlar gibi ara loftlar da, farklı mekân organizasyonları, renk ve dokular, donatılar, tefriş elemanları ile birçok tasarım örüntüsüne sahiptir. Özellikle 20. Yüzyılın son çeyreğinden bu yana, kent kökenli, bekar ya da genellikle çocuksuz birey ya da çift, orta, üst-orta sınıf, yüksek eğitim profilli, beyaz yakalı nüfusun, kentle ekonomik, kültürel, sosyal bağlamda ilişki kurma amacıyla, özel hayat, çağdaş çalışma koşulları ve üretim faaliyetleri bağlamında loft mekânlara karşı artan ilgi ve talepleri, birinci grup loft konut kavramının, tasarımcı tarafından endüstriyel mekan kimliği, öz geçmişi ve mirasından bağımsız olarak yeniden yorumlandığı, tasarlandığı ikinci grup loft mekan konseptini ortaya çıkarmıştır. İkinci gruba dahil edilen ‘sahte loft’ ve ‘yeni loft’ mekânları, dönüştürülmüş bir endüstriyel yapıda yer almayan, sonradan uygulanmış, gerçek loftlarda bulunan endüstriyel karakterin ve mimari ölçütlerin taklit edilmesiyle kendi bağlamları içinde düzenlenmiş ve tasarlanmış kent konutlarıdır. Mekânsal örgütlenme açısından gerçek loftlarda var olan dizilim ‘sahte loft’ ve ‘yeni loft’ türlerinde taklit edilmiştir.16 ‘Sahte loftlar’, loftların tipik mimari kriterlerine göre düzenlenmiş ve loft yapıların dört temel endüstriyel karakteristik öğesine sahiptirler. Serbest plan anlayışı benimsenerek birimler konumlandırılabilir. Strüktürel öğeler açıkta bırakılarak ve mekânda ahşap, taş beton gibi sert malzemeler kullanılarak doğal loftlardaki endüstriyel karakter vurgulanır. ‘Yeni loftlar’, sahte loftlarda olduğu gibi dönüştürülmüş bir endüstriyel yapıda yer almamaktadırlar. Loft ölçütleri ışığında yeni tasarlanmış genellikle betonarme yapılardır. Yeni loftlar, loftların dört temel endüstriyel karakteristik öğesi olan ‘serbest plan, yüksek tavan ve geniş pencereleri’ karşılarlarken, çıplak strüktür anlayışını bütüncül olarak korumazlar. İç mekânda açıkta bir şekilde konumlandırılan kolon ve kirişler gibi yapı- sal öğelerini ve tesisat elemanlarını bu loftlarda görmek mümkün değildir. Kullanım ölçütlerindeki çeşitlenmeler incelendiğinde, loft mekanların farklı işlevlere göre tasarlanabildikleri görülmektedir. Söz konusu mekanlar konut, atölye, kafe, restoran, sergi alanları, ofis, müze gibi türlü amaçlara yönelik düzenlenebilmektedirler. Bu bağlamda kullanım ölçütleri bakımından loft mekânlar ‘konut loft’, ‘konut- atölye loft’ ve ‘ticari- kamusal loft’ olarak sınıflandırılabilir. Yapısal özellikleri bakımından loft türleri ‘loft ev’, ‘loft apartman’ ve ‘çatı loft’ olarak irdelenebilir. Bu bağlamda, ‘loft evler’, loft yapıların tipolojik özellikleri göz önünde bulundurularak tasarlanmış müstakil evlerdir. Oluşum ölçütlerine göre, loft kavramı benimsenerek tasarlanmış olup sahte loft veya yeni loft özellikleri ile uyumludurlar. Bu yapılar dönüştürülmüş bir endüstriyel yapıda yer almayan, sonradan uygulanmış, gerçek loftlarda bulunan endüstriyel karakterin ve mimari ölçütlerin taklit edilmesiyle yeni düzenlenmiş ve tasarlanmış betonarme yapılardır. ‘Loft apartmanlar’ birden fazla kata sahip ve her katında bir veya birkaç daire bulunduran yapılardır. Loft kavramı benimsenerek yeni tasarlanan veya geniş hacimli ve büyük metrekarelere sahip çok katlı bir endüstriyel yapının bölünerek daha küçük ölçekli birimlere dönüştürülmesi ile oluşmaktadırlar Tipolojik özellikler bağlamında loft yapıların temel ölçütleri ile örtüşürler. Loft apartmanlar, birden fazla mekân tipolojisine sahip olabilmektedir; mekân büyüklükleri, asma katlı veya tek katlı birimlere sahip olmaları bunlardan bazılarıdır. ‘Çatı loftlar’ yüksek bir yapının en üst katında yer almaktadırlar. Yapıda yer alan diğer birimlerden tipolojik özellikleri ile ayrılmaktadırlar. Özel bir giriş, ayrı bir asansör, yüksek tavanlar, mahremiyet bunlardan bazılarıdır. Lüks hayata özgü, pahalı yerle- şim alanları olarak günümüzde karşılığını bulmuştur 














Kaynaklar:
http://www.journalagent.com/megaron/pdfs/MEGARON-42714-ARTICLE_(THESIS)-ISIKKAYA.pdf

Glass, R. (1964) Introduction: aspects of change. In London: Aspects of Change, Centre for Urban Studies, Londra: MacKibbon and Kee Yayınları. Hamnett, C., Whitelegg, D. (2007) “Loft conversion and gentrification in London: from industrial to postindustrial land use” Environment and Planning, A. 39(1), s. 106 - 124. Hornick, S., O’Keefe, S. (1984) “Reusing Industrial Loft Buildings for Housing: Experiences of New York City in Revitalization and Misuse” Journal of Urban and Contemporary Law, s.27-41.