6 Şubat 2016 Cumartesi

İstanbul’da Sanat // Çağdaş gösteriler ve tarihe bir bakış

İstanbul’un sanat yaşamı ile ilgili iki temel tartışma sunulur. İlki kentin bugünü ile tarihi arasında başlıca bağlantı oluşturan batılılaşma konusu diğeri de İstanbul’da sanatın en önemli neden ve içeriğinin kendine duyduğu hayranlık olduğu iddasıdır. 21.yy da İstanbul dünyanın en büyük popüler kültürel merak konularından biri olmuştur. Bunun nedeni sadece çok zengin çağdaş sanatsal etkinlikler sunması değil, İstanbul’un kentsel miraslarından birini kentin kültürel atmosferini etkileyen iki bin yıllık bir belleğin oluşturmasıdır.Bugün uluslararası kalabalıkları cezbeden nitelikler tarihi anıtlar, kentin zengin flora ve yerleşimlerinin güzelliği gibi doğal estetikler ve sanat eylemleri olduğu kadar aynı zamanda sosyal kurgusu, davranışları ve kentsel örüntünün bir tür düzensizliği ve çeşitliliğidir. İstanbulda doğu ve batının bütünleşmesi bugünkü estetiğinin en büyük oranını oluşturur. İstanbulun süslenerek resimlerde temsil edilerek aynalarda ve kendi sularında yansıtılarak kendine hayran olunan görünüşünün ardında kentin çoğul niteliği rol oynamaktadır.

İstanbulda kimlikler korunurken toplumun çoğul yapısı her zaman kültürel bir gerçek olarak gözler önündedir.Kendi karmaşık kültürünü oluşturmaktan çok İstanbul, her farklı kültürün süreklilik aradığı, kendi zaman ve mekanını yaratıp kendi müziğini çalıp kendi dilini konuştuğu bir yer olmuştur.İstanbul üzerine odaklanılmasını sağlayan önemli bir konu da 1980 ‘lerde gelişen postmodern eleştiridir. İstanbul farklılıkların kenti olarak kalmış ve hiçbir zaman modernliğin öncüsü olamamıştır. Bu geçmişin her yerde hissedilen nostaljisi, Orhan Pamuk’ a göre İstanbul’un asıl cazibesi ve gerçek yüzüdür. Hiç bir zaman homojenleşemiyecek, bütün dillerin de konuşulup da hiçbir zaman birbirini anlamadıkları ve bütün bütünleşme çabalarının farklılıkla sonlandığı İstanbul postmodernliğin  en güçlü örneğidir.

Altıncı yüzyılın yapısı Ayasofya, Justinyenin Bizans mirası ,önemli örnekleri olan kiliseler ve duvarlarla kenti süslemektedir.Halka açık kutlamalar ve bayramlar ile Osmanlı başkenti de güç gösterisinde Bizanstan aşağı kalmamıştır.Batılı mimarları İstanbula çağırarak kenti saraylar, camiler ve külliyelerle donatarak kente ilk Osmanlı kimliğini kazandıran Fatih Sultan Mehmetten sonra hemen hemen bütün sultanlar iddaalı mimari projeleriyle kentin görkemine katkıda bulundular. İstanbulun birçok batılı niteliği ilk kez Osmanlının askeri alanda batıya karşı geriliğini anlaması ve Parisli yaşam tarzına karşı hayranlığın uyanmasıyla batılalaşmanın ve ona bağlı yeni bir sanat anlayışının ortaya çıktığı 18. yy da belirmiştir.Bu dönemde kadınlar hiç değilse eğlence ortamlarında sosyal sahnede görünmeye başlarlar ve başkentte görkemli şenlikler düzenlenir.

20.yy ın ikinci yarısında modernizmin sorgulanması kültürel farklılıklara karşı bir ilgi doğurdu.Daha önceleri sanat dünyası için önemli olmayan yerlerde bienaller düzenlenmeye başladı.Batıdan sanatçılar buralara sanat çalıştayları yapmaya davet edildi ve Avrupa dışından batıya okumaya giden sanatçıların sayısı bir hayli çoğaldı.Amerikada sanat eğitimi moda oldu.Sanat artık elit tabaka ve entellektüeller için prestijli bir uğraş olmaya başladı.Birçok yeni sergi serileri oluşmaya başladı.Yeni sanat dergileri, Avrupadan gelen sanatçılar yeni sanat yaklaşımları ile sergiler çağdaş sanatın patlamasına hazır bir ortam yaratmıştı. İstanbul bienali böyle bir ortam içinde doğmuştur.

1980lerin sonlarında başlayan İstanbul bienali ilk yıllarında oldukça farklıydı. O vakit mesele hangi Türk sanatçılarının Türkiyeyi temsil etmeye layık oldukları sorusuydu.İstanbulun yarışmacı ve ticari atmosferi içinde sanatçılar tanınmak istiyor ve kendilerine iş ısmarlanmasını bekliyorlardı.Zamanla bu atmosfer İstanbul bienali için kısıtlı olmaya başladı. Üçüncü bienalden sonra İstanbul kültür sanat vakfı yabancı küratörleri davet etmiştir.İstanbul bienali küresel sanat ortamının en önemli etkinliklerinden biri haline gelmiştir. Bu başarısında İstanbul kentinin rolü büyüktür. 21.yy’ da kültür turizminin gelişmesinin, sanat ve refah yatırımlarının artması bienalin bu başarısında rol oynamıştır.Öte yandan İstanbul bienali keyfi olarak toplanıp sergilenen ve çoğunlukla birbirine benzeyen ikinci derece işlerin düzensiz bir sunumu olmaya başlamıştır.2009 bienalinin İstanbulda gündelik yaşamda karşımıza çıkan sokak görüntülerine referans veren sergi ve yerleştirmelerinin düzensizliği ve keyfiliği yanında İstanbul sokaklarındaki gerçek çok daha etkileyici, politik ve kültürel durumlarla daha yakından ilişkili ve sergilenen sanattan çok daha sürpriz doludur.İstanbul’un sanat ortamına sosyolojik bir açıdan bakan Sibel Yardımcı yeterli bir devlet desteğinin eksikliği karşısında özel holding ve vakıfların İstanbuldaki sanat etkinliklerini de ele geçirmelerinden ve kültürün özelleştirilmesinden duyduğu rahatsızlığı şöyle açıklamıştır.‘Küresel sanat pazarlarını etkilemek için festivaller, Avrupa ve Amerikanın kültür başkentlerindeki kurumların tanımladığı estetik beğeni ve meşru sanat kriterlerine göre düzenlenirler. Çoğu zaman İstanbul festivalleri kendi dillerini geliştiremez.. kendi özelliklerini gözardı ederler; isimleri ve uygulamaları ile prestij ve şöhret kazandıracağını umdukları uluslararası küratörlere bağlanırlar’.(Yardımcı 2007:5)




Hemen hemen bütün İstanbul bienallerinde başlıca sanat odağı kutsal, gündelik, tarihi yerleri ve gecekondularıyla kentin kendisi olmuştur. Anıtlar sanatçıların fantezilerinin arka planını oluşturur: Süleymaniyede Buren, Aya irinide Kounellis sergilemiş ve Ayasofya sanatçıların özel vitrini olmuştur. Bunun iki anlamı vardır, ya kent meydanları artık yerleşik anlamlarını ve kimliklerini yitirmiştir ya da herhangi bir mekan keyfiyen dönüştürülebilir.Bu da İstanbul’a sürekli metamorfoz halinde akışkan bir kimlik vermektedir. Bazı tarihi yerlerin ve anıtların bienal mekanı olarak kullanılması örneğin kentin en değerli ve anlamlı yapılarından biri olan Süleymaniye kolonlarının Fransız sanatçı Buren tarafından renkli çizgilerle donatılması belleği ve kamusal alanları silen yok eden bir uygulamadır. Kentin anılarına ve değer taşıyan unsurlarına sanki yokmuş gibi ya da çağdaş sanatın onları canlandıracağı kanısıyla yaklaşmak, bazı postmodern ve dekonstrüktif yaklaşımları akla getirmektedir.İstanbul birçok şekilde eski görkemli geçmişinden beslenmektedir.Aya irinide konser dinlemek ,Topkapı sarayında ya da Ayasofyada sergi görmek insanı çoşturan şeylerdir. 2007 bienaline katılan çağdaş sanatçı Ferhat Özgür’ün fotoğraflarında simgelediği gibi hiçbir sanat eseri bu yerlerin cazibesi ile yarışamaz. Öte yandan çağdaş dünyanın bir parçası olduğunu iddaa eden bir kent için yeni mekanların yaratılması bir sorumluluktur. Bu anlamda yeniliği olan tek yer Bilgi üniversitesinin Osmanlı döneminden kalma elektrik üretim santrali alanında inşa ettiği santral lakaplı büyük sergi mekanıdır.1922-83 yılları arasında kente elektrik sağlayan eski üretim binasına bitişik olarak inşa edilen yeni müze ve galeri modern tasarım ile makine estetiğini bütünleştiren ilginç bir mimari yapıdır.

1980’ lerde Türkiyenin liberal ekonomiyi benimsemesi ve ekonomik ve sosyal alanda sanatın önemli bir veri haline gelmesi ile istanbul’un zengin ailelerine ait holdingler de sanat koleksiyonlarına yatırım yapmaya başlamışlardır.Sabancı müzesi ,Sanayi müzesi, Pera müzesi gibi Koç ailelerinin müzeleri ile Kadir Has müzesi bunlara örnektir.İstanbul’un bugünkü sanat zenginliğinin;gösteri merakının ve kendine hayranlığının bir parçası olduğu ve geçmişte farklı dönemlerde İstanbul’un hükümdarlarının kendi şöhretlerini yansıtmak için sanatı kullanmış olduklarıdır. Birçok sanatçı ister mimarisine bakılsın ister coğrafyasına bakılsın ya da Devrim Erbil’in yaşam boyu yaptığı resimlerde olduğu gibi kuşbakışı görülsün İstanbul’un kendisi bir sanat eseridir


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder