10 Aralık 2015 Perşembe

Kamusal Alanda Mahremiyet

Mahremiyet olgusu, özel mekandan kamusal mekana doğru, yani evin iç mekanından dışına doğru, kullanıcının genelleşmesi ve genişlemesiyle birlikte giderek azalır. Bu kıyaslamaya yönelik Tanyeli şunu söyler: ‘’Kamusal mekan tanımını, yabancı, hatta daha da katı biçimde ‘’öteki’’ olarak tanımladıklarımızla paylaşmak durumunda kalabildiğimiz mekan diye inceltmek de mümkün. O takdirde, özel mekana o ‘’kendiliğindenmiş gibi’’ gözüken denetlenmişliğini veren nitelikler kamusal mekanda sanki yok. Sanki, ihlalleri, sınır aşımlarını özel mekanda vuku buluyorlarsa hemen saptayıvermek mümkün, ama kamusal mekanda bu zor.’’ (Tanyeli, 2010, s.48) Birey, kendini mahremiyet duvarlarının arasında güvende hisseder. ‘’Ötekilerden’’ gözüne batanları mahremiyet duvarları dışında tutar. Ancak modern mimarlığın etkisiyle özel alanın yani evin, mahremiyet ve kamusallığa yönelik oluşturulan iç-dış ayrımının geleneksel sınırları değişir. İç, artık dış olmaya da başlar.


Le Corbusier’nin ilksel ev fikrine dair temel tanımlaması  ‘’Ev soğuğa, sıcağa ve dışarıdan gözlenmeye karşı koruma sağlayan bir barınak, bir kapalı mekandır.’’ (Colomina, 2011, s. 7) Bu tanımlamaya farklı bir açıdan yaklaşan ve mahremiyet kavramını projelerinde alışılmışın dışında ele alan Japon mimar Sou Fujimoto’nun özellikle konut projeleri; kesin sınırları olmayan, kişinin kendi tercihlerini kendisinin yaptığı, hem bütünün bir parçası olabilen hem de özel alanlarını yaratabilen mekanlardan oluşur. Fujimoto, arada kalmış mekanları yaratmayı sevdiğini söylerken, şeffaflığın mimarlık için derin ve temel bir konu olduğunu da belirtir. Saydam, yarı saydam, saydam olmayan mimari tasarım öğelerini, pek çok kişinin mahremiyet algısına ters düşebilecek şekilde kullanır.

Fujimoto’nun NA evi, Tokyo’nun sakin bir semtinde, kendi evlerinde göçebe gibi yaşadıklarını hissetmek istediğini söyleyen genç bir çift için tasarlanmış, transparan/şeffaf bir evdir . Duvar ve odaları olmayan bu ev, mahremiyet kaygısıyla inşa edilen pek çok tipik beton blok yapısından farklıdır ve dışarıdan gözlenmeye çok açıktır. Evin iç mekanı, her biri farklı kotta yer alan 21 ayrı platform/mekandan ve merdivenlerden oluşur, ancak bu alanlar arasında duvarlar yoktur. “Bölünme ve bütünlüğ
ün uyumu” olarak tanımlanan ev, hem tek kişilik bir oda hem de odaların bütünü görevini görür.





















Mimari hakkında düşünme tarzımızı belirleyen, aslında içerisi ile dışarısı, özel ile kamusal arasındaki ilişkiler hakkında düşünme tarzımızdır. Moderniteyle birlikte bu ilişkilerde bir değişim gerçekleşmiştir; geleneksel anlamda içerisi, yani dışarısıyla açık bir karşıtlık içinde kurulmuş bir kapalı mekan olarak içerisi kavramı yerinden edilmiştir. Artık tüm sınırlar yer değiştirmektedir. (Colomina, 2011, s. 12) Fujimoto, 2014 yılında İstanbul’da kendisiyle yapılan bir söyleşide NA evi ile ilgili şunları söyler: ‘’Bu tarz bir ‘açıklık’ müşterinin kendi isteğiydi. Duvarlarla çevrelenmiş bir evden ziyade açık bir ev istediler. Projeyi tamamladıktan sonra mahremiyeti nasıl sağlayacağımızı konuştuk elbette. Bazı yerlere perde astılar ama bu perdeler sadece dışarıdan bir gözü engellemek için değil, aynı zamanda evin içerisinde daha rahat ve daha özel alanlar yaratmak içindi. (…) Mekanları tanımlayan duvarlar yerine şeffaf bir çözüm, içeri ve dışarının ilişkisini koparmıyor, hayatın zenginliğine yeni anlamlar katıyor. (…) Açıklık-kapalılık, yaşamımız için temel kavramlar. Sadece bir tanesi ile yaşayamayız. Ama duygularımıza, ne kadar korunaklı yaşamak istediğimize göre hangisinden ne kadar kullanacağımıza karar verebiliriz.’’ (Fujimoto, 2014). Bu örnekte mimar, mahremiyet sınırlarını kullanıcıların şekillendirmesine izin verir. Hiçbir duvarın olmadığı ve kişisel alanların yer almadığı bu alanın, zamanla kullanıcısı tarafından daha özel mekanlara dönüştürüldüğü görülür.

Fujimoto’nun, mahremiyet kavramını bambaşka bir şekilde ele aldığı bir diğer projesi de Ichihara’da bulunan ‘’Doğa’daki Tuvalet (Toilet in Nature)’’ projesidir . Tuvaletler, mahremiyet olgusunun en fazla olduğu mekanlardan biridir. ‘‘Doğa’daki Tuvalet’’, hiçbir şekilde dışarıdan görünmeyi mümkün kılmayan dört tarafı duvarlarla örülü tuvaletlerin aksine, her tarafı camla kaplı bir kutudan oluşur. Bu kutunun dışında büyük bir bahçe alanı bırakılmış, bahçenin etrafı 2 metre yüksekliğinde duvarlarla çevrilmiştir. Burada, için içinde yer alan bir dış alan söz konusudur. Yani, özel alanın içinde yer alan bir kamusal alan hissi. Bu histen hareketle, çevreden görünmenin mümkün olmayacağı bu tuvaleti kullanmak, yine de mahremiyet kaygısı altında pek çok insan için psikolojik bir test gibidir.

İ
ç ve dış yani özel ve kamusal, birbirleriyle ele alınması gereken alanlardır. Biri olmadan diğerinin de varlığı söz konusu değildir. Mekan ile mahremiyet arasındaki sınırların bulanıklaştığı ve korunma anlayışının farklı ele alındığı NA evi ve Doğa’daki Tuvalet, pek çok kişi için, içinde mahremiyet barındırmayan mekanlar olarak görülebilir. Ancak mahremiyet olgusu, farklı etken ve edilgenlere, yaşam koşulları ve düşünce biçimlerine göre esnekleşip katılaştığı için, iç ile dış arasındaki sınırlar da keskinleşebildiği gibi muğlaklaşabilir de.

Kaynaklar:
Colomina, B., 2011, Mahremiyet ve Kamusallık, Çev: Aziz Ufuk Kılı
ç, İstanbul: Metis Yayınları
Tanyeli, U., Taptık, A., 2010, Türkiye’nin Görsellik Tarihine Giriş, İstanbul: Akın Nalça Kitapları
http://www.arkitera.com/index.php/soylesi/652/sou-fujimoto-soylesisi
http://www.archdaily.com/230533/house-na-sou-fujimoto-architects





Hiç yorum yok:

Yorum Gönder