Konutlarda
nitelik kavramı üzerine çalışma yapan araştırmacılar, geleneksel yaşam biçimini
yansıtan konut imgelerinin insanların geçmişle bağ kurmaları açısından önemli
olduğu görü- şünde birleşmektedir. Bu bağın kurulmasında insanın yaşadığı
çevreyle olan etkileşimi ve bu etkileşimi zihninde saklayıp, yeniden anımsama
ve geri çağırma yeteneğinin önemi ortaya çıkmaktadır. Bellek, geçmişi saklama
ve yeniden meydana getirme yetisidir. Ansal bir işlem olup bilinç işidir.
Bellek bir yeti olduğu gibi aynı zamanda özneyle nesne arasındaki etkileşimin
sonuçlarını barındırma yeridir.
Mekânda
kalıcı bellek “Yaşam boyunca mekânla ilgili duyumların, algılamaların,
öğrenmenin, deneyimlerin ve anıların yalnızca kendi bileşenleri ile değil;
içinde geçen fenomenlerle, ortam özellikleriyle ve yaşamla birlikte, bir başka
deyişle "bağlamı" ile birlikte belleğe kaydedilmesi,
ilişkilendirilmesi” olarak tanımlanabilir. Kalıcı mekân belleğinin tanımından
yola çıkarak kalıcı bellek;
• Mekanın duyum aşaması,
• Mekanın algılanması
•
Mekanın belleğe kodlanması olarak üç süreçte oluşmaktadır.
Mekânın
duyum aşaması olarak ele alınan ilk aşama fiziksel uyaran; renk, görüntü, doku,
bi- çim, ses, ışık, yansıma, koku, gibi veriler olarak görme, işitme, koklama,
tat alma, dokunma, denge gibi duyular aracılığı ile mekânın fiziksel
bileşenlerinin, içinde gerçekleşen fenomenlerin ve tüm bağlamın insan
tarafından duyumsanmasını sağlar. Bu aşamada mekânın fiziksel gerçekliği ile
bireyin duyu organları sarmal bir yapı oluşturur.
Mekâna
ait bileşenlerin oluşturduğu farklı özellikler bireyin duyumsal yapısı ile
etkileşime girdiğinde algısal sürecin bilişsel ve zihinsel süreç- leri başlar.
Mekânda yer alan sesler ve bu seslerin çeşitliliği ve düzeyleri, dokular, renkler,
kokular, yüzeylerin konumu, fiziksel özellikler çok sayıda duyum ile
adlandırıldığında birey bunları kendi değerlendirme süzgecinden geçirerek bir
takım yargılara erişir ve mekânı algılar.
Mekânsal
bir ögenin bellekte saklanması bireyin duyumsal ve algısal süreçte mekânı
algılarken mekânla kurduğu ilişkinin boyutlarına göre değiş- ken bir yapı
sergiler. Mekân birey için ne kadar çok bağlam içeriyorsa mekân o kadar
kalıcıdır. Anılarla, deneyimlerle, algılarla, duyumlarla desteklenmiş bir mekân
bellekte ilişkilendirilir, eşleştirilir, yönlendirilir karşılaştırılır ve
kodlanır. Bu kodlama uzun süreli belleğe alınma anlamına gelir. Uzun süreli
bellekte kodlanan bu öge, bireyin yaşam döngüsü içerisinde tekrar hatırlanmak
üzere geri çağrılır.
Antropolog
Nathan Wachtel'a göre toplumsal belleğin korunması mekana sabitlenerek
gerçekleşebilir. Pierre Nora ise hafızanın mekansal olarak kurulduğuna dikkat
çekiyor. Nora'ya göre hafıza, mezarlıklar, katedraller, savaş meydanları,
hapishaneler gibi somut ve fiziksel alana eklemlenir. Böylece bellek o coğrafi
mekanda yaşam bulur. Anıtlar, müzeler gibi mekanlar hafıza mekanları olarak öne
çıkar. Diğer taraftan bir sokak adı bile kollektif belleğin yaşatılmasında rol
oynar.
Varolan hafıza mekanlarının yaşatılmasının yanında bellek
üzerinden mekanların üretilmesi çabasının da üzerinde durulması gerekiyor.
İnkar edilen, unutturulmaya çalışılan hafızanın bir mekanda canlandırılması
simgesel bir mekanın üretimini ortaya koyarak toplumsal hafızanın bu mekan
üzerinden diri kalmasını sağlıyor. Mimarlık kuramı ve pratiğinin belirleyici
isimlerinden biri olan Daniel Libeskind'in Yahudi tarihi üzerinden kurguladığı
mekanlar bu bağlamda önem kazanıyor. Yahudilerin Almanya'da silinen izlerini
yeniden canlandırmaya girişen Libeskind, belleği mekansallaştırarak Nazi
Almanyası'nın kurduğu homojen toplum algısını kırmaya, Yahudiler’in yitirilmiş
tarihlerine ışık tutmaya odaklanıyor.
Libeskind'in ortaya koyduğu en tartışmalı ve çarpıcı projesi Berlin'de
tasarladığı Yahudi Müzesi. Tasarım anlamında da birçok simgesel göndermesi olan
bu müzenin dışıda yarattığı Sonsuzluk Kulesi, Sürgün ve Göç Bahçesi, Soykırım
Kulesi anıtlarıyla da hafızayı kentin farklı köşelerinde yeniden, tekrar tekrar
canlandırıyor.
Kamusal
alanda kolektif, ortak bir bellekten söz edebilir miyiz? Sorusuna odaklandığımızda ise, Bunu
kabullenmek, örneğin kentsel kültür mirası gibi kamusal alanın “korunan”
bileşenlerinin üzerinde fikir birliğine varıldığı anlamına da gelir mi? Örneğin
Beyoğlu’nun Levanten veya Osmanlı geçmişleri üzerinden kurgulanan söylemler ele
alındığında (Keyder, 1999 içinde Bartu:32-39), ortak bir bellek yerine, parçalı
pek çok imgenin bir araya geldiği bir kolektif bellek tariflenmektedir. Kamusal
alan, bu bağlamda, farklı söylemlerin altını çizmek için iktidar mücadelelerine
sahne olmakta ve toplumsal kimlik ve belleğin izlerini taşımaktadır. Hayden’e
göre kimlik, belleğe ayrılmaz biçimde bağlıdır (1997:9) ve kültürel kimlikler
asla değişmez değerler değildir, aksine tarih, kültür ve iktidar çerçevesinde süregiden
bir değişim içindedirler. (Hall,1989:70-72) Bu değişim, iktidarlar tarafından
yönlendirilebilir veya kültürel akımlara bağlı olarak biçimlenebilir. Ulusal
ikonografinin desteklenmesi için belirli bir anlam çerçevesi içinde kültürel
mirasın yeniden yorumlanması gibi uygulamalardan bahsedilebilir.
Kolektif
belleğimizi oluşturan önemli bileşenlerden birisi olarak kültürel miras,
Graham’a göre, geçmişi hatırlatmak ile ilgili olduğu kadar unutmak ile de
ilgilidir. (2002:1006) Politik olarak kültürel mirasa yeni anlamlar yüklenmesi,
ulusal kimliğin kurgulanmasında veya desteklenmesinde, ulusal olarak tanımlanan
kültürün soyut ve somut bileşenleri yeniden yorumlanmasında da görülmektedir.
Mostar Köprüsü, 1993’te yıkılana kadar, önemli etkinliklerin1 ve gündelik
hayatın bir parçası olan bir eserdi. Önce Sırplar sonra Hırvatlar tarafından
yapılan saldırılar, Hırvat ve Müslüman nüfusu birleştiren ve halklar arasında
çok kültürlülüğün sembolü olan köprünün, hatırlattıkları ile beraber, bir arada
yaşanan bir dönemin de bitmesini getirmiştir. 2004’te yeniden inşa edilen
köprü, farklı kültürleri ve dinleri birleştirmek açısından bir dönemin
kapandığını da gösterircesine uluslar arası platformda göz ardı edilmiştir.
Bireysel
unutuş, çoğunlukla istemsiz bir hareket olmakla beraber, kolektif unutuş ya da
hatırlama/yeniden kurgulama amaçlı, kasten yapılmış ve düzenlenmiş olabilir.
Kolektif belleğin bileşenlerini içeren kamusal alanda yapılan müdahaleler, bir
iktidar mücadelesinde, toplumsal kimlik üzerine derin etkiler yaratabilir.
Bartu’nun belirttiği üzere geçmişe dönük, “düzgün” bir hatırlama, geçmiş, bugün
ve gelecek değişmez biçimde birbirini takip ediyor olsaydı mümkündü. (Keyder,
1999 içinde Bartu: 43) Kamusal belleğin oluşumunun ve dönüşümünün bir bileşeni
olarak korunan, yeniden tanımlanan, dönüştürülen kültürel miras ve anıtlar gibi
kentsel mekândaki anı yapı ve objelerini yakından incelemek gerekir.
https://www.academia.edu/5731417/Haf%C4%B1za_Mekanlar%C4%B1
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder